Bir balığın karada yaşamaya uygun hale
gelmesi için, solunum sistemi, boşaltım mekanizması, iskelet yapısı gibi
farklı yönlerden çok büyük değişimler geçirmesi gerekir. Solungaçlar
akciğere dönüşmeli, yüzgeçler vücut ağırlığını taşıyacak biçimde ayak
özelliği kazanmalı, vücut artıklarını arıtmak için böbrekler oluşmalı,
deri sıvı kaybetmeyi engelleyecek bir yapı kazanmalıdır. Tüm bu
değişimler gerçekleşmediği sürece, bir balık karaya çıktığında en fazla
birkaç dakika yaşayacaktır.
Peki kara canlılarının kökeni evrim teorisine göre nasıl açıklanır? Evrimci literatüre bakıldığında, bu konudaki bazı yüzeysel yorumların Lamarckist mantıklar taşıdığını görebiliriz. Örneğin yüzgeçlerin ayaklara dönüşmesi konusunda, "yüzgeçler, balıkların karada sürünmeye çalışmalarıyla birlikte yavaş yavaş ayak haline geldi" gibi yorumlar yapılmaktadır. Türkiye'nin önde gelen evrimci bilim adamlarından biri olan Prof. Ali Demirsoy şöyle yazmaktadır:
"Belki çamurlu sularda sürüne sürüne bu akciğerli balıkların yüzgeçleri bir zaman sonra amfibi ayağı şeklinde gelişmiştir." 81
Bu yorumlar başta da belirttiğimiz gibi
Lamarckist bir mantığa dayanmaktadır. Çünkü yorumun temelinde
"kullanılan organın gelişmesi" ve bunun sonraki nesillere aktarılması
kavramları vardır. Lamarck'ın bir asır önce bilimin dışına itilmiş olan
teorisi, görünen odur ki, hala evrimci biyologların bilinçaltlarında
büyük bir etkiye sahiptir.
Söz konusu Lamarckist ve dolayısıyla
bilim dışı senaryoları bir kenara bırakırsak, doğal seleksiyon ve
mutasyona dayalı olan senaryoları incelememiz gerekir. Bu mekanizmalarla
düşündüğümüzde ise, sudan karaya geçiş iddiasının tümüyle çıkmaz içinde
olduğunu görürüz.
Sudan karaya çıkan bir balığın nasıl
olup da karaya uygun hale gelebileceğini düşünelim: Eğer bu balık,
solunum sistemi, boşaltım mekanizması, iskelet yapısı gibi farklı
yönlerden çok hızlı bir biçimde değişim geçirmez ise, kaçınılmaz olarak
ölecektir. Öyle bir mutasyon zinciri olmalıdır ki bu, balığa anında bir
akciğer kazandırmalı, yüzgeçlerini ayaklara dönüştürmeli, ona bir böbrek
eklemeli, derisini su tutacak bir yapıya sokmalıdır. Bu mutasyon
zincirinin tek bir hayvanın yaşam süreci içinde gerçekleşmesi de
zorunludur.
Böyle bir mutasyon zincirini hiçbir
evrimci biyolog savunmaz, çünkü bu düşüncenin saçmalığı ve imkansızlığı
ortadadır. Buna karşılık, evrimciler "ön-adaptasyon" (pre-adaptation)
kavramından söz ederler. Bunun anlamı, balıkların, karada yaşamak için
gerekli olan değişimleri, henüz suda yaşarken edindikleridir. Yani, bu
teoriye göre, bir balık türü, henüz suda yaşarken ve hiç ihtiyaç
duymazken, karada yaşamasını sağlayacak özellikleri kazanmıştır. "Hazır"
hale gelince de karaya çıkıp burada yaşamaya başlamıştır.
Ancak böyle bir senaryonun evrim
teorisinin kendi varsayımları içinde bile bir mantığı yoktur. Çünkü
denizde yaşayan bir canlının karaya uygun özellikler kazanması, onun
için bir avantaj oluşturmayacaktır. Dolayısıyla bu özelliklerin doğal
seleksiyon tarafından seçilerek oluştuğunu ileri sürmenin hiçbir
mantıklı temeli yoktur. Aksine, doğal seleksiyonun "ön-adaptasyon"
geçiren bir canlıyı elemesi gerekir, çünkü bu canlı karada yaşamaya
uygun özellikler kazandıkça denizde dezavantajlı hale gelecektir.
Kısacası, "denizden karaya geçiş"
senaryosu tümüyle çıkmaz içindedir. Nature dergisinin editörü Henry
Gee'nin bu senaryoyu bilimsel olmayan bir hikaye olarak görmesinin
nedeni budur:
Evrimle ilgili "kayıp halkalara" ilişkin geleneksel hikayeler, kendi içlerinde test edilebilir değildir, çünkü olayların tek bir olası gidişatı vardır- hikaye tarafından ifade edilen. Eğer hikayeniz bir grup balığın nasıl karaya doğru emeklediği ve bacaklarının nasıl evrimleştiği ise, bunu yalnızca bir kez oluşabilecek bir olay olarak görmeye zorlanıyorsunuz, çünkü hikayenin gidiş yolu budur. Hikayeye itibar edersiniz ya da etmezsiniz –başka alternatifler yoktur. 82
Sadece evrimin sözde mekanizmaları değil, fosil kayıtları ve yaşayan tetrapodlar üzerinde yapılan araştırmalar neticesinde elde edilen bulgular da, evrim teorisinin açmazda olduğunu açıkça göstermektedir. Robert Carroll, "Ne fosil kayıtları ne de modern familya cinslerindeki gelişmeler üzerindeki çalışmalar henüz tetrapodlardaki vücuda eklemlerle bağlanan organ çiftlerinin nasıl evrimleştiğine ilişkin tam bir resim sunamamaktadır." diye itiraf etmek zorunda kalır. 83
Balıklarla kara canlıları arasındaki
geçişi gösterdiği iddia edilen canlılar ise, gerçekte çeşitli balık ve
amfibiyen türleridir; bunların hiçbiri ara geçiş formu özelliği
göstermemektedir.
Evrimci doğa tarihçileri dört
ayaklıların atası olarak genellikle Rhipidistian ya da Cœlacanth
sınıflarına ait balıkları sayarlar. Bunlar, Crossopterygian takımına ait
balıklardır ve evrimcileri umutlandıran tek özellikleri, yüzgeçlerinin
diğer balıklara göre "etli" oluşudur. Oysa bu balıklar birer ara form
değildir ve amfibiyenlerle aralarında doldurulamaz anatomik ve
fizyolojik uçurumlar vardır.
Balıkların amfibiyenlerin evrimsel atası
sayılamamasının en önemli nedenlerinden biri, aralarındaki çok büyük
anatomik farklılıklardır. Bunun iki örneği, tetrapodların kökenine
ilişkin evrimsel senaryoların çoğunda kullanılan Eusthenopteron (soyu
tükenmiş bir balık) ve Acanthostega (soyu tükenmiş bir amfibiyen)'dır.
Robert Carroll, Patterns and Processes of Vertebrate Evolution adlı
kitabında aralarında evrimsel ilişki olduğu iddia edilen bu canlılar
hakkında aşağıdaki yorumu yapmaktadır:
Eusthenopteron ve Acanthostega, balık ve amfibiyenler arasındaki geçişin son noktaları olarak alınabilir. Bu iki cins arasında karşılaştırması yapılabilecek 145 anatomik özellikten, 91'i karada yaşama adaptasyonla ilişkili değişiklikler göstermiştir... Bu, Paleozoik tetrapodların on beş temel grubunun kökeniyle ilgili geçişlerin herhangi birinde ortaya çıkan değişikliklerin sayısından çok daha fazladır. 84
145 anatomik özelliğin üzerinde 91
değişiklik... Ve evrimciler bütün bunların yaklaşık 15 milyon yıllık bir
süreç içinde, bir dizi rastgele mutasyon sonucunda oluştuğuna
inanmaktadırlar. 85 Böyle imkansız bir senaryoya inanmak evrim teorisini
ayakta tutabilmek için gerekli olabilir, ancak bu bilime ve mantığa
aykırı bir inançtır. Aynı durum diğer balık-amfibiyen senaryoları için
de geçerlidir. Nature dergisinin editörü Henry Gee, Ichthyostega
(Acanthostega'ya çok benzer özellikleri olan soyu tükenmiş bir
amfibiyen) üzerine temellendirilmiş bir başka senaryo üzerinde şöyle bir
yorum yapar:
Ichthyostega'nın
balıklar ve daha sonraki dönem tetrapodları arasındaki kayıp halka
olduğuna dair açıklama, üzerinde çalışıyor olmamız gereken canlıdan çok,
ön yargılarımızı ortaya koymaktadır. Gerçek bizim hayal
edebileceğimizden daha büyük, daha acayip ve daha farklı olduğu zaman,
gerçeğin üzerine kendi sınırlı deneyimimizi temel alarak
sınırlandırılmış bir görüşü ne denli empoze ettiğimizi gösterir. 86
Amfibiyenlerin kökenine ilişkin bir başka dikkate değer özellik de, üç amfibiyen kategorisinin ani ortaya çıkışıdır. R. Carroll "Kurbağalar, caecilianlar ve semenderlerin en erken fosillerinin tümü Erken Jura Dönemi'nden Orta Jura Dönemi'ne kadar görülmektedir. Hepsi şu anda yaşayan torunlarının önemli özelliklerinden çoğunu taşımaktadır." der.87
Amfibiyenlerin kökenine ilişkin bir başka dikkate değer özellik de, üç amfibiyen kategorisinin ani ortaya çıkışıdır. R. Carroll "Kurbağalar, caecilianlar ve semenderlerin en erken fosillerinin tümü Erken Jura Dönemi'nden Orta Jura Dönemi'ne kadar görülmektedir. Hepsi şu anda yaşayan torunlarının önemli özelliklerinden çoğunu taşımaktadır." der.87
Başka bir deyişle, bu hayvanlar aniden ortaya çıkmışlar ve o dönemden bu yana hiçbir "evrime" maruz kalmamışlardır.
81 Prof. Ali Demirsoy, Kalıtım ve Evrim, Ankara: Meteksan Yayınları 1984, s. 496.
82 Henry Gee, In Search
Of Deep Time: Going Beyond The Fossil Record To A Revolutionary
Understanding of the History Of Life, The Free Press, A Division of
Simon & Schuster Inc., 1999, s. 7.
83 Robert L. Carroll, Patterns and Processes of Vertebrate Evolution, Cambridge University Press, 1997, s. 230.
84 Robert L. Carroll, Patterns and Processes of Vertebrate Evolution, Cambridge University Press, 1997, s. 301.
85 Robert L. Carroll, Patterns and Processes of Vertebrate Evolution, Cambridge University Press, 1997, s. 304.
86 Henry Gee, In Search
Of Deep Time: Going Beyond The Fossil Record To A Revolutionary
Understanding of the History Of Life, The Free Press, A Division of
Simon & Schuster, Inc., 1999, s. 54.
87 Robert L. Carroll, Patterns and Processes of Vertebrate Evolution, Cambridge University Press, 1997, s. 292-93.
http://fosiller.com/index.php?option=com_content&view=article&id=1000:kara-canlilarinin-evrimi-iddiasi&catid=45:canlln-koekeni&Itemid=147
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder