30 Eylül 2012 Pazar

Hayatın Kökeni Sorunu

Darwin, kitabında hayatın kökeni konusundan hiç söz etmemişti. Çünkü onun dönemindeki ilkel bilim anlayışı, canlıların çok basit bir yapıya sahip olduklarını varsayıyordu. Ortaçağ’dan beri inanılan spontane jenerasyon adlı teoriye göre, cansız maddelerin tesadüfen biraraya gelip, canlı bir varlık oluşturabileceklerine inanılıyordu. Bu dönemde böceklerin yemek artıklarından, farelerin de buğdaydan oluştuğu yaygın bir düşünceydi. Bunu ispatlamak için de ilginç deneyler yapılmıştı. Kirli bir paçavranın üzerine biraz buğday konmuş ve biraz beklendiğinde bu karışımdan farelerin oluşacağı sanılmıştı.

Etlerin kurtlanması da hayatın cansız maddelerden türeyebildiğine bir delil sayılıyordu. Oysa daha sonra anlaşılacaktı ki, etlerin üzerindeki kurtlar kendiliklerinden oluşmuyorlar, sineklerin getirip bıraktıkları gözle görülmeyen larvalardan çıkıyorlardı.

Darwin’in Türlerin Kökeni adlı kitabını yazdığı dönemde ise, bakterilerin cansız maddelerden oluşabildikleri inancı, bilim dünyasında yaygın bir kabul görüyordu.

Oysa Darwin’in kitabının yayınlanmasından beş yıl sonra, ünlü Fransız biyolog Louis Pasteur , evrime temel oluşturan bu inancı kesin olarak çürüttü. Pasteur yaptığı uzun çalışma ve deneyler sonucunda vardığı sonucu şöyle özetlemişti:
“Cansız maddelerin hayat oluşturabileceği iddiası artık kesin olarak tarihe gömülmüştür.”
Evrim teorisinin savunucuları, Pasteur’ün bulgularına karşı uzun süre direndiler. Ancak gelişen bilim, canlı hücresinin karmaşık yapısını ortaya çıkardıkça, hayatın kendiliğinden oluşabileceği iddiası giderek daha büyük bir çıkmaz içine girdi.

Genetik Sorunu
Darwin’in teorisini çıkmaza sokan bir diğer konu ise kalıtım oldu. Darwin’in teorisini geliştirdiği dönemde canlıların özelliklerini sonraki nesillere nasıl aktardıkları, yani kalıtımın nasıl gerçekleştiği tam olarak bilinmiyordu. Bu nedenle kalıtımın kan yoluyla sağlandığı gibi ilkel düşünceler yaygın kabul görüyordu.

Kalıtım hakkındaki bu belirsizlik, Darwin’in de teorisini geliştirirken tümüyle yanlış birtakım varsayımlara dayanmasına neden oldu. Darwin “evrim mekanizması” olarak temelde doğal seleksiyonu gösteriyordu. Ama doğal seleksiyon tarafından seçilecek olan “yararlı özellikler” nasıl ortaya çıkacak ve nesilden nesile nasıl aktarılacaktı? İşte Darwin bu noktada Lamarck tarafından ortaya atılmış olan “kazanılmış özelliklerin sonradan aktarılması” tezine sarıldı.

Ancak Lamarck’ın tezi, başta da belirttiğimiz gibi, Avusturyalı botanikçi Rahip Gregor Mendel’in keşfettiği kalıtım kanunları tarafından yalanlandı. Bu durumda “yararlı özellikler” kavramı da havada kalmış oluyordu. Genetik kanunları, kazanılmış özelliklerin aktarılmadığını ve kalıtımın değişmez bazı yasalara göre gerçekleştiğini gösteriyordu. Bu yasalar, türlerin değişmezliği görüşünü destekliyordu. Darwin’in İngiltere’deki hayvan pazarlarında gördüğü inekler, ne kadar farklı kombinasyonlarla çiftleşirlerse çiftleşsinler, tür değiştirmeyecek ve inek olarak kalacaklardı.

Gregor Mendel, uzun deney ve gözlemler sonucunda belirlediği kalıtım kanunlarını 1865 yılında bilimsel bir dergide açıklamıştı. Ancak bu kanunların bilim dünyasının dikkatini çekmesi yüzyılın sonlarında mümkün oldu. 20. yüzyılın başlarında bu kanunların doğruluğu tüm bilim dünyası tarafından kabul edildi. Bu durum, “yararlı özellikler” kavramını Lamarck’a dayanarak açıklamaya çalışmış olan Darwin’in teorisini ciddi bir açmaza sokmuş oluyordu.

Burada genel bir bilgi yanlışını da düzeltmek yerinde olur: Mendel, sadece Lamarck’ın evrim modeline değil, aynı zamanda Darwin’in evrim modeline de karşı çıkmıştı. Journal of Heredity dergisinde yayınlanan “Mendel’s Opposition to Evolution and to Darwin” (Mendel’in Evrime ve Darwin’e Muhalefeti) başlıklı bir makalede belirtildiği gibi, “Mendel, Türlerin Kökeni ‘ne aşinaydı ve Darwin’in teorisine karşı çıkıyordu. Darwin, doğal seleksiyonla ortak atadan evrimleşme teorisini öne sürerken, Mendel özel yaratılışa inanıyordu.”

Mendel’in bulduğu kanunlar, Darwinizm’i zora soktu. İşte bu nedenlerle, Darwinizm’i savunan bilim adamları, 20. yüzyılın ilk çeyreğinde yeni bir evrim modeli geliştirmeye çalıştılar. Böylece neo-Darwinizm doğdu.

 http://fosiller.com/index.php?option=com_content&view=article&id=1017:hayatin-kokeni-sorunu&catid=45:canlln-koekeni&Itemid=147

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder