Etlerin kurtlanması da hayatın cansız maddelerden türeyebildiğine bir delil sayılıyordu. Oysa daha sonra anlaşılacaktı ki, etlerin üzerindeki kurtlar kendiliklerinden oluşmuyorlar, sineklerin getirip bıraktıkları gözle görülmeyen larvalardan çıkıyorlardı.
Darwin’in Türlerin Kökeni adlı kitabını
yazdığı dönemde ise, bakterilerin cansız maddelerden oluşabildikleri
inancı, bilim dünyasında yaygın bir kabul görüyordu.
Oysa Darwin’in kitabının yayınlanmasından beş yıl sonra, ünlü Fransız biyolog Louis Pasteur ,
evrime temel oluşturan bu inancı kesin olarak çürüttü. Pasteur yaptığı
uzun çalışma ve deneyler sonucunda vardığı sonucu şöyle özetlemişti:
“Cansız maddelerin hayat oluşturabileceği iddiası artık kesin olarak tarihe gömülmüştür.”
Evrim teorisinin savunucuları,
Pasteur’ün bulgularına karşı uzun süre direndiler. Ancak gelişen bilim,
canlı hücresinin karmaşık yapısını ortaya çıkardıkça, hayatın
kendiliğinden oluşabileceği iddiası giderek daha büyük bir çıkmaz içine
girdi.
Genetik Sorunu
Darwin’in teorisini çıkmaza sokan bir
diğer konu ise kalıtım oldu. Darwin’in teorisini geliştirdiği dönemde
canlıların özelliklerini sonraki nesillere nasıl aktardıkları, yani
kalıtımın nasıl gerçekleştiği tam olarak bilinmiyordu. Bu nedenle
kalıtımın kan yoluyla sağlandığı gibi ilkel düşünceler yaygın kabul
görüyordu.
Kalıtım hakkındaki bu belirsizlik,
Darwin’in de teorisini geliştirirken tümüyle yanlış birtakım
varsayımlara dayanmasına neden oldu. Darwin “evrim mekanizması” olarak
temelde doğal seleksiyonu gösteriyordu. Ama doğal seleksiyon tarafından
seçilecek olan “yararlı özellikler” nasıl ortaya çıkacak ve nesilden
nesile nasıl aktarılacaktı? İşte Darwin bu noktada Lamarck tarafından
ortaya atılmış olan “kazanılmış özelliklerin sonradan aktarılması”
tezine sarıldı.
Ancak Lamarck’ın tezi, başta da
belirttiğimiz gibi, Avusturyalı botanikçi Rahip Gregor Mendel’in
keşfettiği kalıtım kanunları tarafından yalanlandı. Bu durumda “yararlı
özellikler” kavramı da havada kalmış oluyordu. Genetik kanunları,
kazanılmış özelliklerin aktarılmadığını ve kalıtımın değişmez bazı
yasalara göre gerçekleştiğini gösteriyordu. Bu yasalar, türlerin
değişmezliği görüşünü destekliyordu. Darwin’in İngiltere’deki hayvan
pazarlarında gördüğü inekler, ne kadar farklı kombinasyonlarla
çiftleşirlerse çiftleşsinler, tür değiştirmeyecek ve inek olarak
kalacaklardı.
Gregor Mendel, uzun deney ve gözlemler
sonucunda belirlediği kalıtım kanunlarını 1865 yılında bilimsel bir
dergide açıklamıştı. Ancak bu kanunların bilim dünyasının dikkatini
çekmesi yüzyılın sonlarında mümkün oldu. 20. yüzyılın başlarında bu
kanunların doğruluğu tüm bilim dünyası tarafından kabul edildi. Bu
durum, “yararlı özellikler” kavramını Lamarck’a dayanarak açıklamaya
çalışmış olan Darwin’in teorisini ciddi bir açmaza sokmuş oluyordu.
Burada genel bir bilgi yanlışını da
düzeltmek yerinde olur: Mendel, sadece Lamarck’ın evrim modeline değil,
aynı zamanda Darwin’in evrim modeline de karşı çıkmıştı. Journal of Heredity dergisinde
yayınlanan “Mendel’s Opposition to Evolution and to Darwin” (Mendel’in
Evrime ve Darwin’e Muhalefeti) başlıklı bir makalede belirtildiği gibi,
“Mendel, Türlerin Kökeni ‘ne aşinaydı ve Darwin’in teorisine
karşı çıkıyordu. Darwin, doğal seleksiyonla ortak atadan evrimleşme
teorisini öne sürerken, Mendel özel yaratılışa inanıyordu.”
Mendel’in bulduğu kanunlar, Darwinizm’i
zora soktu. İşte bu nedenlerle, Darwinizm’i savunan bilim adamları, 20.
yüzyılın ilk çeyreğinde yeni bir evrim modeli geliştirmeye çalıştılar.
Böylece neo-Darwinizm doğdu.
http://fosiller.com/index.php?option=com_content&view=article&id=1017:hayatin-kokeni-sorunu&catid=45:canlln-koekeni&Itemid=147
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder